8 yıl öncesinden bir sosyal medya konuşması
Bundan 8 yıl önce, 23 Kasım 2012 günü Türkiye Bilişim Derneği tarafından 29’uncusu gerçekleştirilen Bilişim Kurultayı’nda, “Sosyal Medya” konusunda bir panelde konuşmacı olmuştum. “Sosyal Medya Ninnileri” başlıklı panele benimle birlikte Gazeteci Banu Güven, Gazeteci Başar Başaran ve Akademisyen Yazar Dağhan Irmak da vardı.
O günkü konuşmamın deşifresini bana göndermişlerdi. Az önce bilgisayarı temizlerken buldum. Bana ilginç geldi. Sadece tape hataları düzelttim ve metne bağlı olmayan bir konuşma olduğu için anlaşılmayan bölümleri düzenledim, ek notlar ilave etim parantezle. Özüne hiç dokunmadım, hiç bir şey atmadım. Bana hala çok güncel geldi. Bana iletilen metnin girişiyle kendi bölümümü paylaşayım dedim:
Günümüzde sosyal medya kullanımının bizler kişiler üzerindeki olumlu ve olumsuz etkilerinin tartışıldığı panelde Dağhan Irmak geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan “Sosyal Medya” isimli kitabını hazırlarken yaptıkları araştırmalardan örnekler verdi. Banu Güven medyada yaşanan ifade özgürlüğü sorunlarına değinerek bu yolla serbest gazeteciliğe geçişini anlattı. Başar Başaran ise sosyal medya bağımlılılığın kişiler üzerinde yarattığı olumsuz tesirlere değindi. Sosyal medya kullanımı ve siyaset konseptinde konuşan Melda Onur’ın konuşma notları ise özetle şu şekilde:
“Sosyal medya bizi uyutuyor mu? Herkesin veya her yapının uyuttuğu kadar uyutuyor.
Herkes kim? Siyasetçiler… Siyasetçiler uyutuyor. Uyutmuyor mu? Medya da uyutuyor. Şirketler, sözde sosyal sorumluluk projeleri, çeviri yönetim kitapları, istatistikler de bizi çoğu zaman uyutuyor. İstatistikler insana yemediğini yedirir, içmediğini içirir.
Bu nedenle sosyal medya da bu genelin içinde sıralamada yerini alıyor. tıpkı Kalkınma, büyüme, küreselleşme gibi o da bu büyük pazarda kendi payını alıyor. Geri dönüş imkanı da yok. Peki ne yapacağız? Uyumayacağız. Nasıl? İyisini alıp kötüsünü bırakacağız, pazardan meyve seçer gibi, çürüğünü seçmeyeceğiz. Seçme özgürlüğü de bir nebze veriliyor, çok da verilmiyor değil.
Benim kişisel olarak, siyaset yapan bir vatandaş olarak, sosyal medya kullanımımda daha çok twitter ön plana çıkıyor.
Burada (twitter) üç tip kişi var;
Mesela bir grup sadece okuyucu olan var — ben de aslında daha çok okuyucuyum — Ama bunlar (twitter’a) bir nevi ajans muamelesi yapıyor. Aslında hiç tweet atmıyor, onların çoğu yumurta olarak çıkıyor profilde. Şöyle bir şans veriyor size twitter: Sabah kalktığınızda bir sürü gazete okumak yerine orda bir süzme (bilgi) var, üstelik de o süzme sizin seçtiğiniz kişilerin (gönderilerinden bir) süzme. Kim var orda, mesela Başar var, o günkü konu hakkında görüşünü yazmış, ben de Başar’ı nerde okuyacağım zaten. Ya da telefonu açıp ya “Şu konuda ne diyorsun Başar? demem lazım.
Orada (twitter’da) benim tanıdığım arkadaşlarımı, fikrine önem verdiklerimi okuyorum. Şimdi (twitter) ana akım medyayla diğer medyayı, yani ara akım medyayı da buluşturuyor. Benim oturduğum sitenin bayisinde“Birgün” satılmıyor mesela, “Evrensel” de… Ama ben burada da “Birgün’ü, Evrensel’i” rahatlıkla okuyabiliyorum; bir de abone olduğum için (takip ettiğim için demek istiyorum herhalde) her sabah düşüyor (timeline’a). Demek ki burada bana bir seçme hakkı veriliyor. Ana akım yayınlara mecburcu değiliz.
Okuyucu-yazıcılar var. Bunlar aslında tipik Türk (Türkiye demem gerekmiş) insanı. Şimdi belli başlı meslekler vardır ki herkes doğuştan o meslekten olduğunu düşünür. Yani herkes futbol antrenörüdür, herkes siyasetçidir bir nebze, herkes gazetecidir bizde. Okuduğunu, “işte ben köşe yazarından daha iyisini yazarım” diyen komşumuz vardır. Bunlar yazı yazıp yazdıklarını da beğenirler, siz beğenmeyebilirsiniz. (Sosyal medya) Bir kere bu insanlara kendi muhabirliğini sağlama imkanı tanıdı. Facebook’ta, daha geniş alanlarda, kendi bloglarını oluşturarak daha geniş alanlarda yazmaya başladılar.
Hatta bence bu 140 karakterde özetleme, işi daha farklı boyutlara götürdü. Çünkü her zaman için, eski bir Günaydın Gazetesi çalışanı olarak, Günaydın’da çalışmanın Cumhuriyet’te çalışmaktan daha zor olduğuna inanırdım. Çünkü sizin bir haberi 11 satırda toparlamanız lazım, Cumhuriyet’teki muhabir 60 satırda toplar, onun için 140 karakterin ben yaratıcılığı da arttırdığını düşünüyorum.
Bir de (sadece kendilerini) yazanlar var, bunlar (twitter’a) SMS muamelesi yapıyorlar, sanki arkadaşlarına toplu SMS atıyorlar. İşte pastanedeyim, taksiye bindim, işte trafikte çok sıkışık filan, tipik bir toplu SMS, bedava bir SMS alanı olarak kullanıyorlar, onlar fazla siyasete, suya sabuna bulaşmayan bir grup.
Aslında çok acı bir olaydan birden çok keyifli bir olaya geçişler de, tam bir Türkiye sendromu. Türkiye’yi düşündüğünüzde bir hafta içinde, bırakın bir haftayı bir gün içinde bu ülkede yaşanan uçtan uca koşuşturmalarda insan yapısı da böyle şekilleniyor, yani biz bir haftada yaşadığımızı Almanya bir yılda yaşıyor, belki Avusturya bir yılda yaşıyor.
Bazı eleştirilerle ilgili olarak, işte güvenilir değil, işte özellikle tasarlanmış, provoke edici vb gibi. Yani diğerleri kadar, diğer her şey gibi sosyal medya da öyle… Bir ülke olarak ne kadar demokratsanız, ne kadar şeffafsanız sosyal medyanız da sizin ana akım gazetenizden farklı olamaz, farklı bir yere koymanın manası yok.
“Sosyal medya gizli servislerin kontrolünde dinleniyoruz, izleniyoruz” İyi de sadece sosyal medyadan mı izleniyoruz Allah aşkına. Yani cep telefonunu alıp eline, “ya acaba dinleniyor muyuz, bak dinleniyorsak?” demeyenimiz kaldı mı gerçekten kaldı mı yani?
Ben diyemiyorum hatta konuşurken bazen — birçok kişi yapıyordur büyük ihtimalle- mesela geçenlerde diyordum ki “örgütten arkadaşlarla…” ‘örgüt’ dedikten sonra durdum, sonra dedim ki “yani CHP örgütünden bahsediyorum, ilçe yönetimi, hani örgüt yanlış anlaşılmasın hani olur ya vardır böyle bir sürü örgüt…”
Onun için zaten hani her alanda, bırakın burada da (salonu kastediyorum)… Dinlenmekse dinlenmek!
Bir de yüzeysellik eleştirisi var. Ama çok mu gazete, kitap okuyorduk da sosyal medyayla vazgeçtik onu bilmiyorum. Yani metro kullanımıyla ilgili böyle bir örnek verilir, bizde metroya binen insanlar oturup etrafı gözetliyorlar da, Paris’te herkes oturup eline kitap alıp okuyor, denir ya. Ne güzel şimdi de herkes tabletini alıp tweet atıyor, çoğunlukla metroda oturan insanlara meşgale oldu, orda hiç olmasa haberi takip ediyor, tweet atıyor birbirinin yüzüne bakmak yerine.
Çok mu hızlı gidiyoruz? Her yerde olduğu gibi?
Yazılı basın sona mı eriyor? Ha, bu olabilir bu konuyla ilgili bir iddiam yok ama gazete alımlarının azalabileceğini düşünüyorum. Türkiye gerçeği böyle, baskılamayla bir çeşit çıkış yolu oluyor bu. Ne kadar çok basında sansür olursa eğer, sosyal medyayı bir çeşit kitle iletişim aracı kabul ederseniz.
Yani şimdi bir yazar arkadaşımız twitter’da yazdıklarından dolayı işinden olmuştu. Çünkü ben biliyorum ki, benim birçok gazeteci arkadaşım gazetede yazamadığını, televizyonda söyleyemediğini ne yapacak söyleyecek, twitter’da da hesap açıyor, orada söylemeye başlıyor. Ama tabi bir süre sonra gazete yönetiminin dikkatini çekiyor, diyor ki “kardeşim ya twitter’ı tercih et, ya gazeteyi tercih et”. Eh bir süre sessiz kalıyor, ondan sonra başka, fake (evet aynen o gün fake yazmışım) isimlerle giriyor, bir şekilde o yolu buluyor.
Yasaklar her zaman için yeni bir yol açıyor. Türkiye’de özel televizyon yayınının tarihini bilen var mı? (Burada) Pek çok kişi belki ilk başlangıcına yetişmemiştir ama özel televizyon yasak delmeyle çıktı. Resmen öyleydi, yani Türkiye’de özel televizyon yayını yoktu ben onun ilk çalışanlarından biriyim. Uydudan giderdi, Paris’ten Türkiye için yayın yapardık, kasetler uçaklarla gidip gelirdi, yani korkunç bir maliyet, akıllara ziyan bir iş. Ne oldu sonradan düzenlemesini yaptı.
Şimdi gelelim siyasetçi olarak nasıl kullanıyoruz:
Bir kere haber almayla ilgili çok rahat kullanıyoruz. Ben günün ilk saatlerinden itibaren ne olup ne bitiyor, şöyle üç beş seçtiğim arkadaşlarımdan gelenleri öne alarak ne olup bittiğine bir bakıyorum. Tabii yeterli değil, sonra diğer medyaları da takip ediyorsunuz.
Bu siyasetçinin en çok işine yarayan şey, işte o gün gideceğiniz toplantı etkinlik varsa, — sonuçta sizi de izleyen bir kitle var- karıştığı halkın içinde, o da (siyasetçi) kendisini biraz göstermek istiyor, o anlamda çok iyi kullanılan bir alan.
Eh kendi yorumlarınızı yazma imkanıda var. Burada siyasetçinin sosyal medyayı kullanımı ya kurumsal ya kişisel oluyor gibi aslında. Daha çok kurumsal olarak kullanım yaygın, işte oraya milletvekili olduğunu yazıp çoğunlukla da bir basın bülteni yazar gibi ifadeler giriyorlar. Bu tabi bazen mesaj kaygılı hale geliyor, çünkü işte birtakım ölümler oluyor, birtakım acılar oluyor. Kurumsal kullandığınız zaman orada istediğiniz nidayı veremeyebiliyorsunuz.
Ben bunu tercih etmedim. Milletvekili olmadan önce sosyal medyayı kullandığım için değiştirmedim. O bana aslında biraz kaçış şansı veriyor. Hem bazen istediğim şeyi yazabiliyorum. Milletvekili yazmıyor tabi, ama bir taraftan da meclisin içinden yazabiliyoruz. Orda zaten milletvekili olduğum ayan beyan. En çok TBMM Genel Kurul’dan yazdığım zaman twitter’dan takip edilmeye başlanıyor. İnsanlar Mecliste ne olup bittiğini bir şekilde merak ediyorlar ve Meclis TV’de açıksa da arkada kulise yansıyanlar insanların ilgisini çekiyor onu anlıyoruz.
Mesela canlı yayın yaptık biz…
Ustream üzerinden canlı yayın yapan ilk milletvekiliyim. (7 Şubat 2012 MİT krizi ardından yapılan Hakan Fidan ile ilgili oturumdan söz ediyorum). Bunu da şöyle yaptık: Saat 7’den sonraki oturumlarda işte muhalefetin sesinin kesildiği, iktidarın özellikle önemli tartışmalarda görüşmeleri Meclis TV’nin kapalı olduğu geç saate aldığı yönünde yoğunlaşan hoşnutsuzlukta sonra nöbetçi grup başkanvekilim (o gün Muharrem İnce idi) dedi ki, “Melda sen bu işten anlıyorsun, canlı yayın yapabilir misin, ya da görüşmeleri kayda alabilir misin” dedi ve Ustream üzerinden minik cep telefonumdan başladım ve ciddi anlamda insanlar izlemişler. Ben bile dedim kim izler Allah aşkına… Hatta bir iki tweet de attım.
140journos diye bir grup var. Twitter üzerinden gazetecilik yapan bir grup genç arkadaş. Daha sonra onların bir toplantısına gittiğimde bana dediler ki, “biz sizi gördüğümüzde ağladık, işte dedik vatandaş olarak, sosyal medyada milletvekilimiz bizimle”.
Bu sonuçta bir örnekti, keşke öyle bir şeye ihtiyaç olmasaydı. Her zaman izlenebiliyor olsaydı
Twitter bizim için iyi bir ulaşılabilme aracı. Öğretmenler özellikle dertlerini duyuramıyorlar.”İl emri mağdurları” diye bir mesaj gördüm, eşdurumu atamaları ile ilgili. Bu insanlar bana twitter üzerinden ulaştılar. Meclis’te basın toplantıları yaptık, henüz sorunu çözemedik ama bir şekilde seslerini duyurdular twitter üzerinden. Meclise geldiler. Geçenlerde İİBF mezunlarını çağırdık, onlar da basın toplantısı yapmaya gelecekler, çünkü bu insanlar da dertlerini anlatamıyorlar. Hemen direkt mesaj ile telefonumu gönderiyorum, arayıp Meclis’e geliyorlar. Sırada Tarih, Edebiyat öğretmenleri var.
Sizce sosyal medyayı en iyi hangi grup kullanıyor? Hayvanseverler kullanıyor arkadaşlar. Size şöyle bir örnek vereyim:
Seneler önce facebook ilk kullanıldığı yılllarda, orada hayvansever siteleri açılmaya başladı. Şöyle bir olay oldu ve bu olay için 1.5 saat içerisinde örgütlenildi.
Biri mesaj attı facebook üzerinden — o zaman twitter böyle yaygın değildi — dedi ki “Tem otobanının şimdi hatırlayamadığım bir bağlantı çıkışında bir yaralı köpek var, onu uygun biri alsın.” Böyle yazdı. 15 dakika kadar sonra bir başkası “yerini tam tarif edin” yazdı.
Arkasından bir başkası “tamam aldık veterinere götürüyoruz” dedi. 1.5 saat sonra biri dedi ki “tedavisi devam ediliyor da para da lazım.” Sonunda para da bulundu.
Bunu kim yapabilir? Yani inanılır gibi değil. Onun için lütfen hiç kimse hayvan hakları yürüyüşünü kıskanmasın (30 Eylül 2012'deki o inanılmaz kalabalık yürüyüşü kastediyorum), şimdi diyorlar ki, “hayvanlar için yürüyorlar başka bir şey için yürümezler”. Niye kıskanıyorsunuz ki, herkes yürüsün.
Bu tip şeyleri eleştirmek yerine sosyolojik olarak incelemek lazım. 1.5 saat içerisinde hiç birbirini tanımayan 6–7 kişi (hayvanlar için) örgütlenebiliyor. Başka bir şey için örgütlenemiyor. Muhteşem kullanıyorlar. Öyle siyasete de pek bulaşmadıkları için dinlenme dertleri de yok ama şimdi bir yasa geliyor, yavaş yavaş siyasallaşacaklar.
Son olarak geçenlerde bir örnekle karşılaştım çok hoşuma gitti.
Twitter, facebook, yeni uygulamalar insanlarda, gençlerde yeni bir yaratıcılık geliştiriyor. Bir genç arkadaş aradı beni. Boğaziçi Üniversitesindenmiş. Dedi ki, “Ben bir proje yaptım siyasette kullanabilir miyiz?”
Democratus diye bir sosyal politik Network kurmuşlar. Hatta en iyi gelecek vaad eden proje birinciliği almış. Democartus’un özelliği şu. Biraz facebook, biraz twitter, 200 karakterle sınırlamış, haftalık millet meclisi kuruluyor yani siz üye olduğunuz müddetçe yorumlarınız orada beğeniliyor ve her hafta 50 kişilik bir meclis kuruluyor. Mümkün olduğu kadar küfür hakaret gibi şeyleri eliyor sistem ve bunu üzerine analiz edebilme altyapılar geliştiriyorlar.
“Bunu destekler misiniz” dedi. Bakıyorsunuz şimdi, 6–7 bin kişiden yorumlarını beğendiklerinden bir meclis oluşturuyorlar, ertesi hafta değişiyor filan. Hoşuma gitti. Politik oyun bile kurulabilir. Kendi hükümetinizi, kabinenizi kurabilirsiniz.
Bu örnekle bitirmek istedim konuşmamı
Yani, ninni evet.. Nerede uyuyacağımızı nerede uyumayacağımızı bilelim.
Benim sözlerim şimdilik bu kadar çok teşekkürler.