Annem, Babam

Babam, Immanuel Kant, Çorum Lisesi ve daha neler…

Melda Onur
3 min readFeb 10, 2020

--

10 Şubat 2020

Ailemle aynı apartmanda oturuyorum. Büyük keyif ve kolaylık. Tüm yemeklerimizi birlikte yeriz. Annem izlediği dizileri anlatır ya da internetten yeni nesil yemek tarifleri öğrenmiştir, yapmıştır, nasıl yaptığını anlatır. Babam ise hızlı konu değiştiren annemle benim sohbetlerimizi yakalayamamaktan şikayet eder, hala dikkatle “ajans” dinler, “ortalığın durumundan” konuşur.

Ama babam sürprizlerle de doludur.

Onların evinde temizlik olduğunda babam bana gelir. Ben de bazen HalkTV, bazen de NatGeo açarım ona, kahvesini yaparım, evde tamir edilecek ufak tefek şey varsa sıralarım önüne. Bugün HalkTV’nin uzun kitap tanıtımlarını izliyorduk beraber. 92 yaşında ve pek çok yasaklı dönem görmüş biri için, aralarında Karl Marx’tan Mahir Çayan’a kadar çeşitli biyografilerin olduğu kitap serisi dikkat çekiciydi. Önce bir “eskiden yasaktı böyle kitaplar” girişi ardından, “komünistler de hep Alman” dedi. “Marx” dedi, “Engels” dedi… Ben de aslında Almanya’nın düşünür, filozof yetiştirme konusunda çok zengin bir toprağa ve tarihe sahip olduğu söyledim. “Benim en sevdiğim…” dedi. Sonra ismini hatırlayamadı: “Hani var ya, Alman, hani o kadar dakikmiş ki, bütün ahali saatlerini ona göre ayarlarmış” dedi. Sonra da “Hani meşhur kitapları var ya, Saf Aklın Eleştirisi, Pratik Aklın Eleştirisi…” Yetmedi bir de çok sevdiği abartılı bir aksanla Fransızcalarını ekledi: “Critique de la raison pure… Critique de la raison pratique…” “Kant” mı, dedim. “Hah, Immanuel Kant”dedi. “Çok saygın birisiymiş, çok da dakikmiş, yardımcısıyla birlikte evden çıktıkları saat hiç şaşmazmış, bütün esnaf beklermiş, saatini kurarmış” dedi. Evet ben de bunu okumuştum, ama babamın hatırlamasına da şaşırmadım değil. “İyi hatırlıyorsun” dedim. “Tabii, biz lisede çok esaslı Felsefe dersi okuduk” dedi. “Demek ki hocanız iyiymiş” dedim. “Evet tabii. Biz Felsefe, Mantık ve Estetik okuduk” dedi.

Dedim ya babam sürprizlerle doludur. Bundan birkaç yıl önce bir sabah kahvaltıda, ablamla AKM’de hangi oyunları seyretmiştik diye konuşurken babam, “ben de ilk kez Shakespeare’in Hamlet’ini Trabzon Lisesi’nde izlemiştim. Ofelya’yı da Aysel Gürel oynuyordu” deyivermişti. Ağzıma götürdüğüm sıcak çayı şaşkınlıktan yutup yandığımı hatırlıyorum. Evet babam Trabzon Lisesi’nde okumuştu, evet Aysel Gürel de aynı dönemde lisedeydi ve hatta Aysel Gürel’in ablası Ahsen Hanım fizik öğretmeniydi. Ama o yıllarda — yani 1945 cıvarı olmalı — Anadolu’da bir lisenin öğrencilerinin okulda Hamlet gibi bir oyunu sahneye koymaları öyle uzak gelmişti ki bugünden baktığımda.

“Nasıl ya, Estetik mi okudunuz?” dedim şaşkınlıkla. “Evet, Felsefe Hocamız Behiye Hanım, kısa bir süre Estetik dersi de vermişti” dedi. Ben de “Trabzon Lisesi de ne liseymiş yahu” deyince, “Yok Trabzon değil Çorum Lisesi, ben Lise son sınıftayken” dedi. “Hem de Çorum Lisesi” demişim sayıklayarak…

Babamın hikayesi şöyle; kendiyle yaşıt en küçük amcası ile birlikte, lise son sınıfta kayıtlarını 1946'da yeni kurulmuş olan Çorum Lisesi’ne aldırıp oradan mezun olmuşlar; 1948–1949 yılları olmalı. Hatta babam ve amcası Çorum Lisesi’nin ilk mezunları. 50. Yılda Çorum Lisesi’nden plaket aldılar.

Fakat ben Estetik Dersinin Çorum Lisesi’nde olduğuna ikna olmayıp ısrarla sordum, “Emin misin baba, Trabzon Lisesi” değil mi diye. “Yok Lise sonda okuduk” deyip ilave etti: “Biz çok ders okuduk kızım, Geometri okuduk mesela, ama bir sene Uzay Geometri, bir sene Düzlem Geometri…” diye saydı.

Benim aklım Çorum Lisesi’ndeki Felsefe Öğretmeni Behiye Hanım’da kalırken, babam Trabzon Lisesi’ne döndü. “Fen bölümleri daha ağırdı, bizim Edebiyat sınıflarında biraz daha kolaydı bu dersler.”“Haydaaa” dedim, “Baba sen Edebiyat mezunu musun, niye Fen’e gitmedin?” Neden bu tepkiyi gösterdiğimi şöyle açıklayım. Bizim ev çocukluğumuzdan beri bir mucit evi gibiydi. Babam transistörlü radyo yapardı mesela. Telsiz merakı vardı. Bir alet dolabı içinde küçük küçük dirençler (rezistans), diyotlar, entegre devreler, transistörler, ledler vs olurdu. Dirençlerin değerlerini okumak için küçük renkli bir cetveli vardı, bana okuturdu. Baskılı devre kartları hazırlardı. Ev hep lehim kokardı. Yıllar boyu hizmet ettiği TSK’ya birçok alet yapıp hibe etmişti; beratları vardı. Çocukken kuş sesi kapı zili yaptı bize. O zamanlar kimsede yoktu. Konu komşu duyan bayıldı. Bu defa herkese hediye yapmaya kalktı. Tabi üretim sırasında ayar da yapıyor. Bu kez de ev kuş sesinden durulmaz oldu. Fen dersleri için bizi çalıştıran, bana göre fizik dehası babam nasıl olur da Edebiyat bölümünü seçmişti, bunu da ilk kez duyuyordum.

“Çok zordu Fen. O zamanlar çok iyi ama bir o kadar da otoriter bir müdürümüz vardı Trabzon Lisesi’nde, Faik Dranaz. Onun dönemiydi. Sonra Kabataş Lisesi Müdürü oldu.”

Sonra telefon çaldı. Annem arıyordu aşağı kattan. Yemeğe çağırıyor. Aklım hala Behiye Öğretmene takılı… Annem balkabağı çorbası yapmış; o da 83 yaşında. Dizilerini kaydeder, Netflix’ten Crown’u izler, Mahjong oynar, bulmaca çözer, bildiği yemeklere bile yenilik katabilir miyim diye internette araştırma yapar. Şehir dışına gittiğimde emanet ettiğim kedilerimin fotoğraflarını, videolarını çeker, whatsapp’tan gönderir, çok tatlı emoji kullanır. Bir gün de onu anlatırım.

--

--

No responses yet