bir 3 Ekim yazısı ya da Almanya bizi kıskanıyor
1986 yılında ilk kez yurtdışına çıktık ablam ve ben. İki kız arkadaşımızla Güney Avrupa ve ağırlıklı olarak Güney İspanya’yı gezmiş, daha sonra onlardan ayrılmış ve tatilimizin ikinci bölümü için Almanya’da yaşayan amcamlara doğru yola çıkmıştık.
(bir önceki yazı için https://link.medium.com/ZVoTHthciab )
O günlerin heyecan katsayısına göre bir hayli maceralı bir yolculuğun ardından Stuttgart’a ailemizin yanına ulaştık.
1986 yılında Almanya’da 1 ay kaldık ve bol bol da gezdik. Gezinin en keyifli bölümü ise Rhein Nehri kıyıları, özellikle Romantik Rhein denen bölgeydi. Rhein kıyılarını adım adım gezip bir çok fotoğraf çekmiştik.
Almanya 1986
İtalya, Fransa, İspanya ve Portekiz’in ardından bambaşka bir dünyaya adım atmıştık. 1 Ekim günü Almanya’ya ulaşmıştık. 1 ay boyunca buradaydık. Havalar soğumuştu, Akdeniz’in yumuşak ikliminden eser kalmamıştı. O yıllarda Türkiye’de büyük AVM’ler yoktu. Ayrıca alışverişlerde de nispeten çeşit azdı. Almanya’daki ürün bolluğuna inanamamıştık. Hergün sabah çarşıya çıkıyor rengarenk çorap, eldiven vb giyim eşyalarını doya doya elliyor, bütçemize göre alıyor ve kendimizi bir kafede karaorman pastası ile kocaman kremalı cappucino içerken buluyorduk.
Gelelim Almanya yazısının esas konusuna:
Almanya 2015
1986 yılında karadan gezdiğimiz Almanya’nın Rhein kıyılarını, 2015 yılında nehirden yani bizzat Rhein üzerinde yeniden görme imkanı bulduk. Amsterdam’dan Basel’e kadar Rhein üzerinde 1000 km’lik parkuru bir tur haline getiren Crusie’lardan biriyle 2015 yılının Haziran ayında eski seyahatimizi bambaşka bir seyahatle tazeleme imkanı bulduk.
Ablamın eşi meraklıdır, eski fotoğraflarımızı tarayarak tek tek cep telefonuna kaydetti. Aynı fotoğrafları 29 yıl sonra yeniden çekecektik. Acaba silüetten neler değişmiş olacaktı.
Başta İstanbul olmak üzere, Türkiye’nin bir çok ilinde kent silüetinin korunmaması, kentsel dönüşüm adı altındaki inşaat faaliyetleriyle kentlerin çehresinin bozulması yaşamsal sorunlar olarak gündemi tutuyor.
Kentlerin korunması, insanın doğduğu evin sokaklarında büyümesi, mahallenin esnafını tanıması, yakındaki okulda okuması, evinden uzağa gitse de aile evinin hep orada olması… Bunların bir yaşamın en büyük zenginliği olduğunu toprağımız ayağımızın altından kayıp gittiğinde ya da yaşadığımız kentte istediğimiz adrese ulaşım yolları sürekli değişip kentimize yabancılaştığımızda ve eski fotoğraflarımıza buruk bir özlemle baktığımızda anlarız.
Bir de dünyada güzelliği korunan kentlerle karşılaştıımızda…
Koblenz, Almanya Köşesi
Almanya’da hissetiğimiz de bu oldu.
İlk şaşkınlığımız Koblenz’de oldu. Rhein ve Mosel Nehirlerinin birleştiği yerde, bugün Almanya Köşesi adı verilen yerde merdivenlerle çıkılan bir anıt bulunuyordu. 1986 yılındaki fotoğraflarımızda yalnızca bir kaide ve Batı Almanya bayrağı vardı. Ancak 2015'te aynı yerde aynı fotoğrafı çektirmek istediğimizde kaidenin üzerinde bir heykel vardı. Çok şaşırmıştık. Rehbere sorduğumuzda buraya, Almanya İmparatoru. I.Wilhelm’in ölümünden 9 yıl sonra, 1897'de dev bir atlı heykel ile anıtının yapıldığını, ancak İkinci Dünya Savaşı sırasında bir top mermisi ile heykelin yıkıldığını söyledi. İşte biz 1986 yılında heykeli yıkılmış olan tek kaide önünde poz vermiştik. Burası iki Almanya’nın birleşme arzusunun bir sembolü olmuş. 1989'da Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından 3 Ekim 1990'da iki Almanya’nın birleşmesi ile artık heykelin yenilenmesi gündeme gelmiş. Görüşü sorulan Koblenz halkı da onay verince Koblenzli bir çift maliyeti üstlenmiş ve heykel yeniden yapılmış. 1986 ve 2015 fotoğraflarımızda bu nedenle bir heykel farkı var.
Heidelberg
İkinci şaşkınlığı ise Heidelberg’de yaşadık. Kentin meydanındaki eski fotoğrafımızla aynı yerde durduğumuzda arkadaki tepedeki kaleyi görebiliyorduk. Oysa 2015'te aynı açıdan görünmüyordu. Binalar aynıydı. Bu nasıl olabilirdi? Sonra farkettik ki aslında arka planı kapatan bir bina yapılmıştı araya. Ama öyle yapılmıştı ki yeni olduğu anlaşılmıyordu. Şehrin dokusunda, silüetinde ve renklerinde en ufak bir değişiklik olmamıştı.
Bu iki değişiklik dışında bütün fotoğrafları aynı yerde aynı arka planla, aynı silüetle çekebildik. Mesela şaraplarıyla ünlü Rüdesheim’da karşısında fotoğraf çektirdiğimiz birahane aynen duruyordu.
Ya da Rhein üzerindeki minik adacıktaki küçük kilise yine kendi kendine oradaydı.
Artık kentlerin yönetimlerini tanımak için tekrar gittiğimiz yerlere eski fotoğraflarımızı da götürüyoruz. Ve genellikle aynı fonu, aynı kafeyi, aynı dükkanı buluyoruz. Bulunca da seviniyor ama bir o kadar da üzülüyoruz, silüetlerimizi sürekli değiştiren bizi kıskanıyorlardır diye…