Bir Atatürk Yazısı

Melda Onur
3 min readNov 10, 2020

--

Her günkü gibi sabah 10:00’da kahvaltıya indim bizimkilere. Yani iki kat aşağıya, annemle babamın evine.

Babam mutfakta tabağına kahvaltılıkları alıyordu. Annemin yatak odasından çıktığını gördüm.

Salondaki televizyon kapalıydı. “Açmadınız mı televizyonu?” diye sordum endişeyle.

Annem, “Açtık açtık, seyrettik sabah, şimdi mutfaktaki küçük televizyonu açıp devam edeceğiz. Ben babanı 8:30’da uyandırdım zaten” dedi.

Birlikte kahvaltıya oturduk.

Günlerden, bugün. Yani 10 Kasım. Yukarıda yazdığım endişemin nedeni, 10 Kasım’da sabah erken televizyon açık değilse evde birinin hastalanmış olabileceğinden ötedir. (Aslında “ötürü” ama göçmen ağzıyla annem “öte” der). Babam sabah uyumayı seviyor. O yüzden uyanamaz diye annem 8:30’da kaldırmış, 09.05’i yaşamak için. Neyse her şey normal seyrinde yani

Bizimkilerle kahvaltının en tatlı tarafı günün anlam ve önemine göre muhabbetin eskilere gitmesidir.

“10 yaşımdaydım” diye başladı babam ve devam etti.

“Atatürk’ün ölüm haberini aldık. Araklı’da (Trabzon) oturuyorduk. Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni ezbere biliyordum. Sokak kalabalıklaşmıştı. Beni yüksek bir yere çıkarttılar ve Hitabe’yi bana okuttular. Ey Türk Gençliği… diye başlayıp bir solukta okudum. 82 yıl önce bugün“

Gözleri doldu, sesi titredi. Sonra devam etti:

“Aslında o gün ilginç bir şey de olmuştu. Deniz kenarında bir motorun yaklaştığını gördük. Küçük bir motordu, bayrağını yarıya indirmişti. Ne olduğunu anlamadık. Sahilde bazı kişilerin dikkatini çekmiş, motorun yardım istediğini düşünüp sahile üşüşmüştü. Ben de oradaydım. Sonra öğrendik ki Atatürk ölmüş, ondanmış. Tabii denizdekilerin radyoları vardı haberleşmek için. Onlar bizden önce duymuştu.”

Annem ise 1 yaşındaymış. Rahmetli teyzem anlatırmış. Annem de onu hatırladı sabah. Teyzem de 10 yaşındaymış Atatürk öldüğünde. Anneannem çok ağlamış.

Anneannem Selanik göçmeni. Dedem de Petriç’ten gelmiş. Petriç şimdi Bulgaristan’ın Yunanistan sınırındaki bir şehri. İkisi de Balkan Harbi sırasında ayrı ayrı yerlerden aileleriyle kaçmışlar. Anneannemin ailesi Selanik’te helva üretimi yaparmış. Yani halleri vakitleri yerindeymiş. Babası yani büyük dedem milliyetçi çetelerle bir hayli çatışmış. Zaten tanınan da bir aileymiş. Bir gece sofrada yemek yerken yanında çalışan adamları gelip “sizi öldürmeye geliyorlar, kaçın” demişler. O gece sofralarını öyle bırakarak, yanlarına alabilecekleri eşyalarını alıp kaçmışlar. Anneannem küçükmüş ama hatırlıyormuş. Şöyle bir şey anlatılır ama ne derece doğrudur, yoksa anlatılardan mı bizim hikayemize sızmıştır bilmiyorum. Anneannemin babasının boynunda bir çeşit poşusu varmış. Bir tavuk kesip kanını poşuya bulamışlar ve uzak bir yere, gelenleri şaşırtmak için atmışlar. Bu da onlara zaman kazandırmış. Annesi, babası ve ağabeyleri, bir de anneannem gemilerle gelmişler.

Samsun’a varmışlar ve burada inmişler. Aslında Samsun’a yerleşmeyi düşünmüşler. Ama şöyle anlatırdı teyzem:

“Dedem denize doğru bakıp sormuş, ‘Şu karşıda Rus mu var?’ diye. Evet, cevabı alınca da ‘Bunca yıl Rum’la Bulgar’la uğraştık, şimdi bir de Rus’la uğraşmayalım, içeri geçelim biz’ demiş. Böylece Amasya’ya gitmişler ve yerleşmişler.”

10 Kasım 1938 günü Amasyalılar da çok ağlamış ama galiba en çok da Atatürk’le aynı topraklardan gelenler endişeliymiş. Anneannem, 1 yaşındaki annemi kucağına, 10 yaşındaki teyzemi de yanına alıp halkın toplandığı yüksekçe bir yere gitmiş. Belki Amasya’nın yerli halkı öyle düşünmemiştir ama muhacir diye bilenen bizimkiler gibiler arasında “yine Yunan gelecek, savaş olacak, buradan da mı gideceğiz” korkusu yayılmış bir süre.

Sohbet ablamın yine her sabah aynı saatteki “Günaydın” telefonu ile kesildi. “Anneme söyle, televizyonda Melihat Gülses var, Rumeli şarkıları söyleyecek şimdi başladı” dedi.

Babamın çok kalabalık ailesinin baskın ve bir o kadar birbirine tutkun, neşeli Karadeniz kültürüne rağmen ablamla ben hep kendimizi gizli gizli Rumelili hissettik. Galiba annemin ailesinin bir hayatı ardında bırakıp göç edişi, Anadolu’da tutunma mücadelesi, kayıp akrabalar, “Çıkayım Gideyim Urumeline” türküsündeki hüzün bizi oraya çekti. Bu yüzden Rumeli Türkülerini pek severiz. Kahvaltının son çayları Vardar Ovası eşliğinde içildi.

Bu yazının içinde geçen savaştan kaçış, sığınmalar ne yazık ki o yıllarda kalmadı. O yüzden Suriyeli görünce aklıma Balkanlardaki köklerim gelir, kıyamam. Bir de bu Karabağ’da insanlar birbirine kıydıkça büyük dedemin “karşıda Rus mu var” lafı gelir aklıma, bir dururum. Kıbrıs’a savaşa giden babamın ardından bir deri bir kemik kalışımı hatırlarım her defasında, Ada’dan söz açıldığında.

O yüzdendir “savaşsız dünya” umudum. Yurtta da Cihanda da…

Saygıyla… Hayranlıkla…

--

--

No responses yet