Bir Dünya Annem
Ağzımda şahane bir fesleğen pestolu burgu makarnanın tadı var. Bu yazının da tadı böyle olur umarım.
Korona vesilesiyle alışverişleri ben yapıyorum. Her Çarşamba markete taze sebze meyve geliyormuş; ona göre liste veriyor annem. Hatta kolay alışveriş edebilmem için listeyi kategorilere ayırıyor. Kuru gıdalar, süt ürünleri, temizlik malzemeleri vs. Bu hafta yeşillik bölümünde fesleğen gördüm kocaman yapraklı. Dayanamadım aldım. Annem fesleğeni görünce “aa dur fesleğenli makarna yapayım” dedi. Eğer İtalyan değilse ya da özel bir mutfak kültüründen gelmiyorsa, genel olarak 80’ini aşmış bir anneden fesleğenli makarna beklemesiniz.
Akşam evde nefis bir sarımsak ve fesleğen kokusu vardı. Annem “Fesleğen pestolu makarna yaptım” dedi. “Pestolu mu” demişim bir an. “Evet” dedi “Birkaç tarif baktım en beğendiğim buydu, bunu yaptım.”
Annemin “tarif baktım dediği yer Google’dır. Bildiği yemeklere “acaba bir yenilik katabilir miyim” diye tekrar bakar. “Birkaç tarif baktım, bazıları domates koyuyorlar. Ama ben domatessizini buldum. 2 diş sarmısağı, fesleğenleri, tuzunu rondoya koydum. 1 avuç da yer fıstığı diyordu, onu da koydum, zetinyağı ilave edip çektim, pestosu oldu.” Olmuştu vallahi, öyle olmuştu ki İtalyan restorandan çıkmış gibiyim şu an.
Annem hep böyleydi. Memuriyet tayinleriyle çok yer gezmişliğimizden yerel mutfakları biriktirdik. Ama internetin hayatımıza girmesiyle dünya mutfağı da eklendi. Hani “Klasik Anne Yemeği” diye bir tanım vardır ya, işte bizde o yok; Bir Dünya Mutfak var.
Storyteller Annem
“Anneni nasıl tanımlarsın derseniz”, “Çok güzel bir kadın, inanılmaz bir hesap uzmanı, iyi bir organizatör, zeki, cin gibi ve şahane bir aşçı” diye tanımlayabilirim. Ama bence annemi insanın hafızasında en çok saklı tutan tarafı, müthiş bir hikaye anlatıcı olmasıdır. Çocukluğuna dair, yaşadıklarına dair, izlediklerine dair her şeyi o kadar detaylı ve canlı anlatır ki, “yaşadım mı ben bunu acaba ya!” dedirtir.
Annem, Balkan göçmeni Selanikli Sabriye Anneannem ile Petriçli Hasan Dedemin en küçük çocuğu. Her ikisinin de aileleri Balkan çatışmaları sırasında gemilerle kaçarak gelmişler, Amasya’ya yerleşmişler, orada evlenmişler. İki dayım, teyzem ve annem Amasya’da doğmuş. Ben küçükken dedemi balıkçı zannederdim mesela. Balık çok severmiş ve Yeşilırmak’ın kıyısında balık tutmaya gidermiş. Annem, dedemin tuttuğu sazan balıklarını, balıkların kılçıklarını, dedemin kahvaltıda bile kızarmış balık yemesini falan öyle detaylı anlatmıştı ki, ben de öyle sanmıştım. İlkokuldaydım, öğretmen meslekleri öğretiyor. Ben de Büyükbabam (babamın babası) Memur, Dedem de Balıkçı demiştim. Sonra eve gelip anlattığımda, annem “Balıkçı nerden çıktı kızım” dedi, ben de “Dedem balıkçı değil miydi ya?” dedim. “Kızım senin deden Amasya’nın en tanınan esnafıydı” dediğinde öğrenmiştim.
Çilek Reçeli
Evet Dedemin dükkanı varmış. Amasya’nın en büyük dükkanlarından biriymiş. Annemin de küçüklüğünden beri hesabı çok kuvvetliymiş, bu yüzden dükkanda durur, yardım edermiş. O yıllarda mal almak için Samsun’a giderlermiş. Anneannem Samsun’u, çocukuğundan kalan hatırasıyla Selanik’e benzetirmiş; denize karşı oturur mutlaka yanık yanık sigarasını tüttürürmüş. Annem bunu senelerce öyle anlattı ki, Samsun’a gittiğimde toprağı öptüm, sahile gidip Anneannemin canı için sigara tüttürdüm. Annemde ise bambaşka bir anısı var Samsun’un. Evde ne zaman taze çilek reçeli yapsa aynı sohbet olur. “Çilek reçeli yaptım. Rengi biraz koyu mu oldu?” diye sorar. Ben de “Yok Anne çok güzel, Samsun’daki gibi” derim.
Halbuki ben Samsun’u nerden bileceğim, annem bile çocuk o zaman. Ama ekmeğimi reçele bandırırken Samsun’daki kahvaltı salonundayım sanki. O devam eder hikayesine.
“Hıı, iyi, olmuş mu öyle kırmızı-pembe renk? Annem çok reçel yapardı, kocaman kazanları bahçeye kurardık. Tabii öyle şeker falan değil, üzüm pekmezi konurdu. Kaynayınca içine evdeki bütün meyveleri iri iri doğrayıp atardık, elma, armut, kavun hatta patlıcan bile… Pekmezde pişerlerdi, çok lezzetli olurdu, ama…”
Bu “ama”da bir noktalı virgül koyalım. Rahmetli teyzem hemen araya girerdi. “O patlıcanlar lokum gibi olurdu lokum, konu komşuya dağıtırdık tabak tabak”.
Tabii Benim de iyice ağzım sulanmaya başlardı.
“Ama çilek reçelini de pekmezle yapardı annem, koyu renk olurdu; bizde reçellerin hepsi aynı renk olurdu. Suyu kahverengi olurdu yani. Babamla Samsun’a mal almaya gittiğimizde, sabah varır varmaz kahvaltı salonuna girerdik. Kocaman tencerelerde bembeyaz sütler kaynardı. Ben hemen sütle çilek reçeli isterdim. Küçük beyaz tabaklarda gelen çilek reçelinin rengi pembe-kırmızıydı. O kadar güzeldi ki, o rengi tutturmak çok zor, her zaman olmuyor.”
Annem bunu her anlattığında kaynayan süt kokusuyla taze pişmiş çilek reçeli kokusu gelir burnuma. İnsana kavanoz açtırır, o kadar yani.
Yanık Helva
Bir de helva öykümüz var anlatmazsam olmaz.
Anneannem Selanik’te varlıklı bir ailenin kızıymış. Aile helva üreticisiymiş. Bir kış ayında, ne olmuşsa olmuş helvaların dibi tutmuş; tepsi tepsi helva kalmış öyle. Demişler ki “konu komşuya haber verelim” çok düşük fiyattan satalım. Haber etmişler. Ama bir kişi bile çıkıp gelmemiş, yani ucuza da olsa dibi tutmuş helvayı kimse almamış. Büyük dede de, “amaaan dökün” demiş. Çalışanlar tepsi tepsi helvayı dökmüşler dışarı. Dışarıda da kar varmış. Helvalar karın üzerine dökülmüş. Bu defa tepsisini, kabını kacağını alan koşmuş gelmiş, karın üzerinden kapış kapış helvaları alıp gitmiş, hiç kalmamış. Annem bunu yeri geldiğinde bir deyim, bir atasözü niyetine anlatır hep.
Ama benim aklım dibi tutmuş helvada kalır. Hani evde helva olsa da hemen alıp fırına atsam, ya da yanmaz tavada altını tuttursam. Eve helva alındığında anneme “anne şunu azcık tuttursana tavada” derim. O da gülerek hiç üşenmez aynı hikayeyi anlatır.
Bir Dünya Burdur
Çok kabiliyetli ve yaratıcı bir kadındır. Burdur’da geçen çocukluğumun en enteresan anıları, annemin diğer subay eşleriyle yaptıkları organizasyonlardı. 1970’lerin başıydı. Babam tabur komutanıydı. Birkaç tabur vardı herhalde ve taburların üstlendiği etkinlikler olurdu. Kermesler, yardım faaliyetleri çok sık yapılırdı zaten. Bir de her taburun askeri gazinoda bir gece organizasyonu olurdu. Yani yemek, müzik, eğlence, moral gecesi diyelim. Eşlere çok iş düşerdi; gecenin organizasyonu ile onlar ilgilenirdi.
Babamın taburunun organizasyonları içerik ve hazırlık bakımından bambaşkaydı. Bir sene hiç unutmam, annem “acaba bir dünya turu mu yapsak” demişti. Nasıl olacaktı? Gece boyunca ülkeden ülkeye danslar ve müziklerle gezilecekti. Birkaç ülke seçildi. Müziği, kıayfetleri araştırıldı kitaplardan, plakçılardan, tanıklıklardan. O zamanlar televizyon bile yok. Dünya turumuzda Macaristan, İspanya, Hawaii gibi ülkeler vardı. Genç subaylarla eşleri Macar oldular, İspanyol oldular, Hawaiili oldular. Kıyafetler hazırladılar kendilerine. Defleri dizlerine vurarak Macar dansı yaptılar, Flamenko kıyafetleri giydiler. Hawai bölümünde ablam da rol almıştı mesela, krapon kağıtlarından etek yapmıştık ona. Bir sahnede ise ben de boy gösterdim. Eşlerden biri öğretmendi. Faruk Nafiz Çamlıbel’in Çoban Çeşmesi şiirini okuyacaktı. Ama öyle kuru kuru okunmadı. Piste bir Anadolu köyü kuruldu. Büyükçe bir köy tablosu yapılmıştı. Bir kadın, bir kıza çocuğu, bir çoban, bir de koyun. Hatta resimdeki çeşmeye arkadan bir de boru bağlanmıştı ki su aksın. Kız çocuğu bendim, koyunu da benim tutmam gerekti ama korkmuş olmalıyım ki, köşede bir asker abi tuttu. Çobanın kavalının eşliğinde okundu Çoban Çeşmesi.
Yılda bir kez yapılan bu etkinliklerde hakikaten bambaşka bir vizyon vardı ve bu vizyonu koyan annemdi.
Hesap kitap insanı
Dedim ya annemin hesabı da çok kuvvetlidir. Hesap makinası pek kullanmazdı. Bileşik faizi kafadan hesaplardı. Birçok rakamı aklında tutardı. Hala da tutar. TC Kimlik No’sunu uzun zamandır ezbere bilir. Hastaneye ya da başka bir yerde sorduklarında duraksamadan ezberden söyleyince ayağa kalıyorlar “teyzeciğim” diye. 2001 yılında çok ağır bir trafik kazası geçirdi. Hastanede ayıldığında birtakım rakamlar söylemeye başlamış. Ablam “ne oluyor anne” deyince “banka hesap numaralarını söylüyorum, bakayım aklım yerinde mi demiş” söylemiş de… “Üniversite okusaydın Hazine Müşteşarı olacak kadındın” derim hep.
Annem yeni şeyler öğrenmekten, uygulamaktan keyif alır. İlk akıllı telefonlarla whatsapp’tan yazıp konuşmayı keşfettiğinde çok da eğlenceli emoji kullanmaya başladı. Fotoğraf ya da film çekip whatsapp’tan gönderiyor uzun zamandır. Zaten bulmaca, sudoku oynardı, şimdi mahjong oynamayı seviyor. “4 buçuk dakikalık oyunu 2 buçuk dakikada bitiriyorum”, dedi akşam fesleğen pestolu burgu makarnamızı yerken. Google’dan mikrofonla arama yapmaya ailede ilk o başladı. İnternet bankacılığını ve alışveriş sitelerini kullanmak, TV dizilerini kaydetmek çok uzun süredir yaptığı şeyler. Netflix de izliyor artık. Dizileri sabah kahvaltıda öyle bir anlatır ki, seyretsen o kadar detay göremezsin. Crown’a benden sonra başlayıp benden önce bitirdi. Her sabah sahne sahne anlatırken, bir de kendi tanıklıklarını ekledi. Yani dönemin gazetelerinde, dergilerinde Kraliyet Ailesi hakkında okuduklarıyla zenginleştirerek anlattı.
Sosyal medyayı bizim şifrelerle takip eder, ablamı ve beni dikkatle okur. Facebook’ta akrabalara yorum yazmak istediğinde mesajını yazar ve altına kendi ismini ilave eder. Geçenlerde Facebook’u kurcalarken kendine hesap açtığını farkedip bırakmış. “Anne şu hesabı kullan işte” diyorum, istemiyor. “Böyle iyi” diyor.
Biz de iyiyiz böyle Annem, daha o kadar çok anlatabilirim ki seni…
Ama pestolu nefis makarnanın tadı gibi kalsın damağımızda bu yazı.