Costa del Sol, Eylül 1986
1986 Sonbaharındaki Güney Avrupa seyahatimiz nefis Costa del Sol kıyılarında devam edecekti. 25 Eylül 1986 sabahı otobüsle Sevilla’dan yola çıktık. İstikametimiz Malaga idi. Ancak Malaga’ya geze geze gidecektik.
(önceki yazılar için:
Okyanusla buluşma
İlk durağımız deniz kenarındaki liman şehri, güzeller güzeli Cadiz’di. Akdeniz değil daha okyanus… Hayatımızda ilk kez Okyanus görecektik. Çok heyecanlıydık.
Cadiz Flamenko’nun, İspanyol Çingenelerinin mekanı olmuş, Paco de Lucia gibi bir efsaneyi dünyaya kazandırmıştı. Öte yandan tertemiz sokakları, beyaz evleri, sardunyalı pencereleriyle butik bir şehirdi. Kilometrelerce uzanan okyanus şeridi vardı. Çok güzel bir hava olduğunu hatırlıyorum. İndiğimizde acıkmıştık ve açık bir churreria (churro satan dükkan) gördük. Hayatımda yediğim en lezzetli churro’ları orada yedik. Cadiz’de bir hayli zaman geçirdik, kordon boyunda yürüdük, sokakları gezdik. Sonra başka bir otobüse binerek yolumuza deva ettik. İkinci büyük heyecan Cebelitarık’ı görmekti. Otobüsle kıyıları geçerken karşı kıyıda görünen Fas dağlarını görüntüleyebilmek için otobüsün camına yapışmıştık. Tam boğazın bulunduğu Linea’da otobüs mola verdi. Böylece karşı kıyıyı seyrettik.
Malaga, Marbella, Torremolinos
Akşam Costa del Sol’un kalbi Malaga’ya vardık. Picasso’nun doğduğu şehir olana Malaga o yıllar ölçüsünde de bir hayli büyük bir şehirdi Yine o yılların ünlü sayfiye mekanı Marbella hemen yanı başındaydı. Ertesi gün Marbella’da denize girmek için çok kararlıydık ablamla ben. Kızlardan ayrılacaktık, zira onların programları başkaydı. İlk gün sabahtan Malaga’yı gezdik, şehri dolaştık, alcazar’ına gittik. Yani eski saray-bahçe, hadi külliye diyelim 😊
Öğleden sonra kendimizi Marbella’ya attık. Hava nefisti. Hemen denize girebileceğimiz bir yer bulduk. Tıpkı Nice gibi Marbella plajları da halka açıktı. İnsanlar rahatlıkla plaja gelip, güneşleniyor, denize giriyordu.
Çok şık ve nispeten de pahalı bir şehirdi. O yıllarda Avrupa jet sosyetesinin önemli duraklarından biriydi. Marbella, güzel deniz demekti. Gerçekten de ismini fazlasıyla hak ediyordu. Akşam üstü yine bir başka sayfiye yerleşimi olan Torremolinos’a geçtik. Burası Marbella’ya göre daha orta sınıf, daha samimi, daha neşeli bir sahil şehriydi. Üstelik de festival vardı. Çok keyifli bir akşam geçirdik. Akşam hayatımızda yine ilk kez deniz ürünleri salatası yemiştik. Çok değiş gelmişti bize…
Granada’ya doğru
Ertesi gün, yani 28 Eylül günü. ünlü El Hamra Sarayı’nı görmek üzere Granada’ya doru yola çıktık. Yolda bir durağımız vardı: Nerja. Costa del Sol’ün yine plajları, yazlık evleriyle ünlü bir diğer tatil beldesi.
Nerja’da dolaşırken bir hediyelik eşya dükkanında kocaman hasır Meksika şapkalarından gördük. Ne akla hizmet bilmiyorum ama kırmızı bir tane aldık. Sürekli, otobüs, tren değiştirerek seyahat eden bizim için aslında ne büyük taşıma işi olduğunu sonradan anlamıştık. Ama o kadar güzeldi ki bırakmaya kıyamıyorduk. Bundan sonraki yolumuzda sırtımızda bize eşlik edecekti. Tren tren, otobüs otobüs ve eve gelene dek uçakla. Nerja’dan aldığımız şapkayı bir daha hiç kullanamadık. Evde dekor oldu, senelerce duvafrda asılı durdu. Hiç çalmadığım gitarımla bir köşede durdu. Sonra da atıldı. Neyse…
Ve El Hamra
Akşam Granada’daydık, ertesi günü ise tamamen El Hamra Sarayı’na ayırdık. Hakkında söylenecek çok şey var ve çok daha iyisini anlatan yazılar var. Sadece muhteşemdi. İspanya da alcazar adı verilen, bahçeli saray-kale komplekslerini bol miktarda gezmiştik. Sevilla’daki Isabel’in bahçelerinin olduğu saray da muhteşemdi ama bu bambaşkaydı. Çok ama çok sıcak bir gündü.
Seyahatimiz yavaş yavaş sona yaklaşıyordu