Eylül 1986, Valladolid ve Salamanca
(Bir önceki bölüm için) https://medium.com/%40meldaonur/1986-eyl%C3%BCl-madrid-71b9a2b21b4b
Madrid’de hastalanmam nedeniyle civarda gezilecek bazı güzel şehirleri kaçırmıştık ama ablamla birlikte Madrid’i doya doya gezme imkanı bulduk. Parklar, çeşmeler, heykeller… Kafelerde oturduk, hava da güzeldi keyfini sürdük. Biz Madrid’de iken, Hümeyra ile Serat Segovia ve Avila’ya gittiler. Hümeyra daha önce İspanya’yı gezmişti. Gidemediği, müzeleri, tarihi yerleri not etmiş, onları görmek üzere yeniden bu seyahati planlamıştı; tek tek hepsini de geziyordu, girip çıkmadık tarihi bina bırakmadı. Biz ise ilk gidişimizin keyfiyle daha çok kenti yaşamak istiyorduk, o yüzden anlaşıp biraz ayrı gezdik. Madrid’den sonraki durağımız Salamanca olacaktı. Çok keyifli bir üniversite şehri idi. O günlerde de festival vardı. Bir an önce gitmek için sabırsızlanıyorduk, ancak öncesinde görülecek yerler vardı. Madrid’e yakın ama yine de Salamanca yolu üzerinde olmadığı için git gel yapmamız gereken Valladolid’e gidecektik.
Cervantes ve Kolomb’un evi
19 Eylül 1986 Cuma günü Valladolid’de idik. Valladolid çok bilinen, çok turistik bir şehir değil. Bugün de Google’da aradığınızda önce futbol kulübü çıkıyor; tabii Barcelona’nın da futbol kulübü önce çıkıyor da, o başka tabii… Neyse Valladolid’e gitme nedenimiz birkaç müze evi görmekti. Bunlar Cervantes’in Evi, Kristof Kolomb’un evi ve İspanyol Şair Zorilla’nın evi. Bu üçüncüsüne biz gitmedik, kızlar gitti diye hatırlıyorum. Cervantes 1605 yılında ailesiyle burada yaşıyor ve eserlerinin de bir kısmını bu evde yazdığı tahmin ediliyor. Aslında ailecek bu büyük evin yalnızca, birinci katta sokağı gören bir odasında kalıyorlar ama bugün evin tamamı Cervantes müzesi olarak geziliyor.
Kristof Kolomb ise keşiflerinden sonra İspanya’ya yerleşiyor ve 1506 yılında Valladolid’deki bu evde ölüyor. Bugün orası da müze. Kristof Kolomb son yıllarda dünyada en çok tartışılan isim. Yaptığı keşifler, aslında büyük soykırımları ve çok ağır tahribatları da beraberinde getirdi. Geçtiğimiz aylarda Amerika kıtasında bazı heykellerin indirilmesi yönünde eylemler oldu. Kolomb için de birkaç eylem olmuştu ama Kolomb heralde dünya genelinde adına en çok heykel olan, Amerika’nın batı kıyılarında pek çok “karaya çıktığı yer” bulunan, hala vatandaş olarak İtalya, Portekiz ve İspanya arasında bir yerde duran, hatta her dilde ismi ayrı yazılan bir kişi. Biz bile Kristof Kolomb yazar olmuşuz. Bakalım ölümünden 515 yıl sonra akıbeti ne olacak.
Salamanca ve Lazarillo
Valladolid’den tekrar Madrid’e gelip oradan yine trenle Salamanca’ya geldik. Çok yorgunduk ama inanılmaz neşeli bir festivalin içine düştük. Herkes sokaklarda eğleniyordu.
İspanya’nın çeşitli bölgelerinden gelen yerel dans grupları gösteriler yapıyordu. İspanya’nın (aslında Avrupa’nın da diyebiliriz) tipik eski şehir meydanlarından biri burada da vardı; İspanya’daki geleneksel adıyla Plaza Mayor, yani Büyük Meydan. Salamanca’nın Plaza Mayor’u gecenin ışıkları ve festivalin renkleriyle daha da bir şenlenmişti. 20–21 Eylül hafta sonuna denk gelmişti.
İki gün boyunca bu sevimli tarihi şehri adım adım gezdik, molalarda da bol bol kahve içtik. Üniversite çevresini gezdik. Salamanca Üniversitesi 1218 yılında kurulduğu belirtilen, İspanya’nın en eski ikinci üniversitesi. Çok da güzel bir üniversite binası ve yerleşimi var.
İspanyolca öğrenirken, hocamız Ricardo’nun ilk verdiği okuma kitaplarından birisi Lazarillo de Tormes’in Hikayeleri idi; yani Tormes’li Lazarillo’nun. Ricardo, Lazarillo de Tormes’i biraz Nasreddin Hoca ile özdeşleştirmişti. Ancak Lazarillo de Tormes, 1554 yılında anonim yazılmış bir roman, dönemin usulsüzlüklerini Lazarillo isimli alt sınıftan gelen bir toplumsal karakterin üzerinden, mizahi bir eleştiri ile anlatılıyor. Kitapta geçen yerlerden Lazarillo’nun Salamancalı olduğu görülüyor. Salamanca’nın içinden geçen nehrin adı da Tormes.
Salamanca’da güzel anılar bıraktık. Artık istikamet, tren biletimizin son durağı olan Lizbon’du.