Hak, Hukuk, Avukat
Hayatımdaki ilk avukat figürü “Avukat Hanım”dı.
1970’li yılların başıydı. Burdur’da oturuyorduk. Teyzem bize ve eşe, dosta dikiş dikerdi. Teyzemle annem, Ortaokul çağlarında dikiş kursuna gitmişler; Teyzem, nur içinde yatsın, her kıyafetimizi dikerdi. Yengem Almanya’dan Burda dergileri gönderirdi. Düşerdik o dergilerin içine, lime lime olurlardı. İçinden “patron”lar çıkardı; yeşil, kırmızı çizgili. Harfler ve rakamları bulur, bir de çizgi şeklini takip ettik mi elbisenin kalıbı çıkardı; o iş bendeydi. İnce kağıt patronun üstüne konur, çizilir kesilirdi. Artık kumaşa yerleştirip biçip elbise haline getirmek teyzemle annemin işiydi. Galiba en zoru da retro desenli rengarenk kumaşları kıyafete oturtmaktı. Özellikle çizgili cekette kolu omuza oturtmak usta işiydi.
Avukat Hanım
Avukat Hanım da renkli giyinenlerdendi. Teyzemin en sıkı müdavimiydi; sık sık provaya gelirdi. Oldukça kilolu bir kadındı. Çok enerjikti, çok konuşkandı. Üzerinde döpiyesi, elinde evrak çantasıyla eve konuşarak ve fırtına gibi girerdi. Kısacık saçları ve kalın çerçeveli gözlükleri vardı. Bir prova süresinde Burdur’da ne olup bittiğini öğrenirdik. Avukat Hanım’ın adını hatırlamıyorum; sanki bir adı yoktu. Burdur’da kime sorsanız tanırdı ama herkes “Avukat Hanım” derdi. 1970’lerin başında Burdur’da başka kadın avukat vardır herhalde, ama en ünlüsü Avukat Hanım’dı. Velhasıl iddialı bir kadındı, saç kesimi, heybetli bedeni ile evrak çantasını savura savura kelebek gibi uçması, konuşurken kimseye laf bırakmaması, renkli bluzları, döpiyesleri ile… Onu öyle hakim karşısında hayal ederdim.
Osman Amca
Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz büyük amcam, yani babamın kendisiyle yaşıt en küçük amcası Osman Amca da avukattı. Ve ne tesadüf ki Avukat Hanım’ın okul arkadaşıydı. İstanbul’a gelişlerimizde Avukat Hanım’dan Osman Amca’ya uzun uzun selamlar getirirdik. Ailede tanıdığım ilk avukat figürü Osman Amca idi. Kendi amcalarım erken Almanya’ya gittikleri için Osman Amca bize amcaydı; Sultanahmet’te minik bir ofisi vardı. Ama tuhaftır ki, onca yıla rağmen kendisini hiç cübbeyle görmemişim. Geçen hafta vefatının ardından eşi, Sevinç Yengem Instagrama avukat cübbeli bir fotoğrafını koymuş. İlk kez gördüm. Onu öyle hakim karşısında hayal ettim…
Petrocelli
Benimle yaşıt ve 1977–1978 yıllarında televizyona kavuşmuş olanlar Avukat Petrocelli’yi çok iyi bilir. İyinin, yoksulun, mağdurun yanında, kötünün, mafyanın karşısında bir cesur avukat. Türkçe adı “Söz Savunmanın” olan dizinin her bölümün sonu olan duruşma sahnesini soluksuz seyrederdik. Mahkeme salonlarını öyle zannederdim. Heybetli bir hakimin karşısında, bir baştan bir başa özgüvenle yürüyen salona hakim bir avukat. Tabii Türk filmleri de izliyorduk. Hakim karşısında, köşesinden ayrılamayan bir avukat olurdu. Hatta kimi zaman önünde ahşap parmaklıklarla neredeyse sanıkla aynı konumda gibiydi. Babama bir gün “Osman Amca da böyle yürüyor mu salonda” diye sorduğumu hatırlıyorum. “Yok bu Amerikan yargı sistemi, bizde öyle değil, onlarda jüri var vs” diye kısaca anlatmıştı. Ben “ama hiç eşit değil o zaman” diye sayıklayıp büyük bir hayal kırıklığıyla baş başa kalırken, babam çoktan 12 Öfkeli Adam filmini anlatmaya geçmişti. Babam bir sinema aşığıydı. 1930–60 arası Hollywood’unun izlemediği filmi, tanımadığı oyuncusu yoktur.
Babam ve Hukuk
Babamım Edebiyat mezunu olduğunu çok yeni öğrendim, çok da şaşırdım. Zira babam bildim bileli bir elektronik ustasıydı, alaylı bir fizikçiydi. Bir de kendimizi bildik bileli evde film makinası vardı. Önceleri bir yerlerden bulur Laurel Hardy, Buster Keaton, Abbot ve Costello seyrettirirdi. Duvara çarşaf gerek, bütün komşuları toplar eğlenirdik. Sonra film makinası aldı. Bizleri çekmeye başladı. Bu defa konu komşu onu izler olduk. O yıllarda zarfın içine para koyar yurtdışına gönderir, elektronik dergileri getirtirdi. O nedenle babamın niye Hukuk Fakültesini tercih ettiğini hiç anlamamışımdır. Yedek subaylıktan sonra subaylığa devam eden babam, devam mecburiyeti olmadığı için Ankara Hukuk’a başlamış. Ama yarım bırakmış. Niye’sinin hep farklı bir hikayesi var. Bu sabah tekrar sorduğumda “arkadaşlarım vardı avukat, hep üzücü hikayelere tanık oluyorlardı, verilen kararlardan falan rahatsızdılar, soğudum” dedi. Özeti, babam sosyalci değil. Zaten Üniversite tercihlerinde bana da hukuk yazdırmamıştı.
2011
2011 yılına gelene dek hayatımda avukat, mahkeme, cezaevi pek olmadı. Gazetecilik dönemimde ekonomideydim, adliye işi yapmazdık. 24’üncü dönem milletvekili olarak gittiğim ilk duruşma GSÜ Doktora Öğrencisi Hüseyin Edemir’in duruşması idi. Yeni vekil olduğum için, ailesi bana ulaşmıştı. Gittiğim duruşmada tahliye de çıkınca ayağımın uğurlu geldiğine inanmıştım. Girdiğim ilk cezaevi ise Kırıkkale Cezaevi, ziyaret ettiğim kişli ise vegan mahkum Osman Evcan idi. Veganlar bana ulaşmıştı eskiden tanışıklıklarımla. Derken torba davalar, arkadaşlarımızın tutuklanmaları ile kendimi adliye adliye, mahkeme mahkeme dolaşır buldum. Salonlarda bir çok “Avukat Hanım” vardı, bir çok Osman Amca vardı… Ve tabii Petrocelli’lerle de tanıştım. Mahkeme salonunda yürüyemese de, savunması salonu baştanbaşa kat eden… Burada bir çoğunun ismini, izlediğim savunmaları ile sayabilirim, ama aralarında unuttuklarım, atladıklarım olur diye sadece bir kişiyi anacağım. Avukat Selçuk Kozağaçlı’yı ilk kez, 2013 yılı kışında, Siirt’te Esin Güneş cinayeti davasında izledim. Mahkemenin seyrini değiştiren bir savunmaydı. 2014 yılındaki kendini savunması ise “Genç Hukukçular İçin Avukatlık Nedir Kılavuzu” olurdu.
Sosyal Hukuk
Artık hayatımın Sosyal Hukuk evresine geçtim. “Sosyal Hukuk” kavramıyla birkaç yıl önce tanıştım. Bana çok yakın gelen bir tanım; Sosyal Bilgiler gibi, Yurttaşlık Bilgisi gibi, “Hak” kavramıyla daha iç içe, daha toplumsallaşmış… Önleyici, denetleyici, onarıcı bir hukuk algısı var bende. Bu yüzden “Sosyal Hak ve Sosyal Hukuk, Önleyici Tıp ve Önleyici Hekimlik gibi” diye anlatırım; “Sosyal hakları da denetlemez, hak ihlallerini ortadan kaldırmazsanız, sonucu bir sosyal cinayet oluyor”.
Sosyal Hukukçular, Soma cinayetine aynı zamanda Güvenli Çalışma Hakkının İhlali açısından da bakıyorlar. Aladağ yurt cinayetine, Laik ve Kamusal Eğitim Hakkının İhlali, Ulaşım Hakkının İhlali, Kent Hakkının İhlali açısından da bakıyorlar. Yine Çorlu cinayetine, Ulaşım Hakkının İhlali açısından da bakıyorlar; İhlalin ve ihmalin anlık değil sistemsel olduğuna işaret ediyorlar.
Hukuk sosyalleşiyor. Temel hakları takip eden ekonomik ve sosyal haklar, rant, servet ve iktidarlar uğruna gasp edildikçe, hak mücadelesinin kırılımları çeşitleniyor. Tortum’da HES eylemi yaptıkları için hakim karşısına çıkarılan köylü “Çevre Hakkı” diyordu; öğrenciler Eğitim Hakkı, termik santral mağdurları Sağlık Hakkı, HES mağdurları Su Hakkı diye haykırıyor. Her biri hukukta alan açıyor kendisine. Sosyal Hukukçuların zeminini genişletiyor. Peki kim mi onlar? @sosyalhukuk adresindeler her gün…
Avukat Hanım’la başlayan bu yazı, bir başka Avukat Hanım Evren İşler ve onu Sosyal Hukuk ekibine sevgi ve hayranlıkla tamamlansın.
Tüm Avukatlara saygıyla…